Sunday, July 14, 2013

Karmaşanın En Karmaşık Anlatımı

Yaşlanma belirtileri arasında “ben demiştim” deme sıklığı da kabul edilir mi, bilimsel olarak yorum yapacak yeterliliğe sahip değilim. Her ihtimale karşı, hafifletici sebep olarak bu durumdan duyduğum kaygıyı belirterekten, bu yazının üç adet “ben demiştim” düşüncesine dayalı olduğunu söylemiş olayım. Aynı şeyi “şu şöyledir, bu da böyledir” için de kullanacağım günü geldiğinde.

Uzun süredir Gezi süreci ile ilgili çok şey yazasım var (gerçekten çok ender rastlanan bir düşünce). Ancak yazacağım hiçbir sıcak, güncel olay eleştirisinin katma değer yaratabileceğine inanmadım. Twitter üzerinden bu paylaşımları anlık olarak yapıyor olmakla birlikte (reklamlar: @gencerozkazman) düşünülüp tartılarak yazılmış bir yazıda neyi, nasıl ifade edeceğimi pek bulamadım. Düşünüp okudukça da geçiştirmek içimden gelmedi. Sonunda, bu blog’un vefalı takipçileri için büyük bir hizmet daha yaparak olayları sosyal psikolojinin çok temel bazı kuram ve kavramları ile bağlama yolunu seçtim. Yazıda eğri büğrü olarak gördüğünüz o kısımlar benim düşüncelerim değil, daha önce bu ve benzeri konulara kafa yormuş bilim insanlarının çıkarımları. Ben burada sadece nitelikli cımbızcı görevini yaptım.

Öyleyse ilk “ben demiştim” ile başlayayım. Olayların başından itibaren söylediğim “kaos” düşüncesi ile. Hey, burada tüm sosyopolitik süreci adım adım çözdüğümü ve muhteşem önerilerle geleceğimi düşünen yok değil mi? Ya da “ehe ehe bunu şunlar da dedi ama” diyecekler? Güzel. Devam edelim.

Olaylar bir kaos şeklinde başladı, bir kaos olarak devam etti ve bir kaos olarak da devam edecek. Bu baştan beri düşündüğüm şeydi. İsterseniz bu noktada kaos yerine biraz daha Türkçe olan “karmaşa” kelimesini kullanalım sohbetin bundan sonraki kısmında (yazar tam da burada okuyucuyla arasındaki mesafeyi kaldırmayı amaçlıyor). Düşünmediğim şey ise, bu karmaşanın kötü yönetileceği, hatta yönetilme gibi süreci aşağılayıcı bir amaca kurban edilmeye çalışılacağıydı. Biraz daha romantik düşüncelere, kurulacak bir Gezi Partisi’ne, hatta televizyonlarda gösterilmeyecek o devrimin tam da içinde bulunduğuna inananlara saygı duyuyorum. Ama bence bu sürecin en iyi yanı; düzeni, kuralları ve dogmaları bir siyaset aracı olarak kullanan/kullanma niyeti olan herkesin, oluşan bu karmaşa ortamında korkuları ile yüzleşmesi ve kendine iki yol seçmek zorunda kalmasıdır. Nedir bu iki yol? Birinci ve iyimser olanı, bu karmaşa ortamının her türlü iktidar düzenini tehdit edecek olmasından, sokağa çıkabildiğini gören halkın (ya da en azından belli bir kesiminin) alınacak her karar için ciddi bir baskı unsuru yaratacak olmasından duyulan bir faydalı endişe. Bunun ne kadar ciddiye alınabilir olduğunu olaylar ilk başladığında sıcağı sıcağına açıklama yapmaktan kaçınan bütün siyasilerin davranışlarına bakarak görebilirsiniz. Ne yazık ki, iktidar bu süreçte bir süre kararsız kalmış gibi görünse de (belki de gerçekten öyleydi) ikinci ve tehlikeli yolu seçmişti.

İzin verilmiş saldırganlık: Bireyin toplumsal grubunun normlarına göre (özendirilmese bile) izin verilebilir olan saldırganlık.

Sıkışan gazın patladığında ne olacağını tahmin edememek ile analoji kurarsak, “sıkıştırılan” insan kitlelerinin de sosyal bir patlama sonucunda öngörülemez bir hal alması oldukça doğal. Yönetişim denilen kavramla yakından uzaktan ilgisi olmayan bir ülkede yaşıyorsanız, bu süreci “büyüklerimizin” yüzlerinde tatlı bir tebessümle izlemesini beklemezsiniz. Türkiye’de bu süreç sonucunda ortaya çıkan anlayış ve dilin, zeka kokan ve tam anlamıyla bir istemsiz psikolojik inovasyon olan mizah ile ürünlerini vermesi de işte tam “orantısız zeka” denilen kısma tekabül ediyor.

Çok ilginç. “Büyüklerimiz” nasıl oldu da olayların bu şekilde evrileceğini öngöremedi? Evet, sevgili okurlarım (burada yazar ciddi bir tespit yapmaya hazırlanır), burada ikinci “ben demiştim” unsurunu ortaya koyuyor ve olayı veri ile nitelikli bilgi arasındaki farka dayandırmak istiyorum. Yeni dünyada yaşıyoruz, bilmiyorum farkında mısınız. Ama yeni dünya dediğimiz şeyin sadece “Dünya 2.0” belgeselinde olduğu gibi devasa barajlar, binalar, fabrikalar yapmak olmadığını ve bunların bu yeni dünyayı oluşturan temellerin sadece basit birer ürünü olduğunu görmezden gelmemeliyiz. Gittikçe karmaşık hale geldiğinden dem vurduğumuz (ben bir önceki paragrafta vurdum, siz de vurdunuz değil mi?) dünyada nitelikli bilgiye ulaşmanın gün geçtikçe derinleşen veri denizinde (çöplüğü mü desek?) yüzmeyi öğrenmekle mümkün olabildiğini hesaba katmamız gerek. İşte tam bu noktalar, yeni dünyanın şahidi olan iktidarların en büyük sıkıntıyı çektiği noktalardır. Karmaşayı yönetebilmek, ancak karmaşa ile mümkündür ve iktidarlar karmaşık olmayı sevmezler. Karmaşık olmak içinde birçok farklı unsuru bir arada bulundurabilmektir ve karmaşık bir sistemle karmaşa yönetmek de …… ister. (Boşluğa çok önemli bir kelime gelmesi gerekiyor. Burada yazıya interaktiflik katarak herkesin kendi kelimesini düşünmesini rica ediyorum) Yönetilemeyen karmaşık sistemlerde, bugünkü iktidarın safça ya da kendine göre kurnazca yaptığı kategorize etme çabaları; “bunlar”, “çapulcu”, vb gibi sıfatlarla ötekileştirme çabaları da çok eskilerde kalmış bir siyaset silahıdır. Silah dediğim için hemen aklınıza fiziki hasar veren şiddet gelmesin. Bugüne kadar ne karanfiller, ne güller silah olarak mitinglerde kitlelere atılmak suretiyle bu kategorizasyonlara alet olmuşlardır. (Yazarın kendine notu: Yakaya çiçek takma adetinin sona ermesinde Y kuşağının çiçeğin psikolojik bir silah olabileceğinin farkına varması ihtimali üzerine bir yazı yazılabilir)

Kategori temelli bilgi işleme: Algılayıcıların bireylere ilişkin bilgileri temelde hangi grubun ya da kategorinin üyesi olduklarına göre işledikleri bilişsel bilgi işleme sürecine verilen ad.

İktidarlar zor olana alışıktır. “Biz iyi biliriz” derken (www.iyibiliriz.biz) aslında zor olanı iyi bildiklerini gösterirler. Haklıdırlar da. Ama farkında olmadıkları, ya da olmak istemedikleri şey karmaşık olanı iyi  bilmedikleridir. Zor olanda sonuçları öngörmek kolayken (Bkz: Boğaz’a üçüncü köprüyü yaparken tam olarak hangi güzergahın kullanılacağının belirlenmesi) (İkinci Bkz: Bir önceki bkz.’da bir sorun mu var?) karmaşık olanda insanların birbirleriyle etkileşimi her seferinde iktidarseverleri biraz daha şaşırtır, BDP flamalı birinin Atatürk figürlü Türk bayrağı tutan bir başkasına sarılarak polisten kaçmasına uzun uzun bakarlar, anlam veremezler.

Önyargı: Grup düşmanlığının duygusal bileşeni; bir grubu ya da bir grubun üyelerini sevmeme.

Bu süreç doğal olarak da farklı gruplardaki destekleri de beraberinde getirir. Bu konuya gerçekten artık çok fazla ciddi bir dille dokunmak istemiyorum ama başkentinin büyükşehir belediye başkanına ve başbakanının başdanışmanına bakmak bir ülkenin ne kadar “ileri” olduğunu anlamak için oldukça güçlü verilerdir, nitelikli bilgi için yolu açarlar.

Karşılıklılık kuralı: Bizi ödüllendirenleri ödüllendirme kuralı. Örneğin, eğer birisi bize yardım ederse karşılığında kendimizi ona yardım etmek zorunda hissederiz.
Yağcılık: Diğer bir kişiye sizi sevmesini sağlamak için kendisi hakkında olumlu şeyler söyleme ya da ona iyilik yapma.

Fıskiye: Kırılması halinde önemli siyasi kırılımlara yol açabilen bir nesne.
Jöle: Saçları sabitlemeye yarayan bir kimyasal madde.

 (Son iki tanımı bilim insanları yapmamış, ama referansım olan kitaba bunun eklenmesi için talepte bulunacağım.)

Toparlıyorum, tamam. Toparlarken de son “ben demiştim” hakkımı yüksek lisans tezi yapmak için bir miktar uğraş verip de başaramadığım “policy vs. politics” ikilemi ile kullanmak istiyorum. Günlük hayatta karşınıza çıkan olayların ne kadarı sadece “politics” (politika) temelliyse, yani ne kadarı bir çeşit yönetimsel iletişim aracını baz alıyorsa, o kadar tehlikedesinizdir. Oysa pek bilmediğimiz “policy” (siyasa) kavramı, bütün bu iletişimin altını dolduran/doldurması gereken ve nitelikli bilgiye bilimsel yöntemlerle ulaşabilmeyi sağlayan temel güçtür. “Politics” kavramının altını dolduran “policy” olmadığında karmaşanın yönetimi de bir o kadar basiretsizdir.

Bu yazının sonunda benden ne bekliyorsunuz bilmiyorum. Ama karmaşa olarak adlandırdığım bir süreç ile ilgili madde madde açıklamalar getirmemi, “ŞOK ŞOK ŞOK!” alt başlığıyla sizi inanılmaz fotoğraf galerilerine yönlendirmemi, ya da muhtelif iç ve dış mihraklara ait somut delilleri ortaya koyma konusunda sizi beklentiye soktuysam özür dilerim. Ne yapacağımı yazının başlığında söylemiştim zaten. Ne yazık ki veri çöplüklerinde yüzmeyi henüz o kadar iyi beceremiyorum.

“Kahrolsun bağzı şeyler!”


Referans: Shelley E. Taylor, Letitia Anne Peplau, David O. Sears, “Sosyal Psikoloji”, Çev: Ali Dönmez, İmge Kitabevi, 2007.

2 comments:

Anonymous said...

Okumadim kardeş durumumuz yoktu.

Gencer Özkazman said...

Okutalım seni o zaman kardeş :) Şimdilik resimlerine bak.