Wednesday, February 24, 2010

Sosyal Ağ Mahremiyeti ve Simit

Sanal ortamlarda beni bir obsesyondan öbürüne sokan bir başka durum var ki, kendilerine ben "sosyal ağ mahremiyeti" diyorum ("başka" dememin nedenlerini önceki yazılarımda bulabilirsiniz). Bir dosya için bile bilgisayarınızda yeni klasör oluşturup onu oraya yerleştirmek duygusunu bilir misiniz? İşte bu tip şeylere isim takmak da böyle bir duygu benim için. "Sosyal ağ mahremiyeti" denen hadisenin binlerce kez (önce milyonlarca yazıp sildim) bir yerlerde konu edildiğini biliyorum ama benimle muhattap olması için, kendisine zaman ayırabilmem için benim ona "Bak evladım, bugüne kadar sana hep böyle demişler. Bundan sonra senin adın bu olsun." gibi bir şeyler demem ve aramızdaki ilişkiyi daha iyi tanımlamam lazım.


"Bugün kuşum bana ilk kez 'babacım' dedi", kabul edilebilir bir sosyal ağ iletisidir. Zira kuş sahibi baba olmasa da, muvaffakiyet sahibi kuşu toplamda 50'yi ancak bulabilen zengin dilinin önemli bir sözcüğünü başarıyla söyleyebilmiştir. Ama, sizi insafa davet ediyorum sevgili okuyucu, "balkona astığım çamaşırlarım yağmurda ıslandı :(" diyen birisine nasıl "ah canım, ne kadar derinden yaralandığını tahmin ediyor ve sana sabırlar diliyorum" dersiniz allah aşkına? Bu olayı takiben aynı kişinin bir süre sonra "çamaşırlarım kurudu!!! :)))" şeklinde bir ileti yazması karşısında "inanmıyorum, bu muhteşem olayı kutlamalıyız!" gibi bir cevap vermeniz boynunuzun borcu olmayacak mı?

Bütün bunların sosyal ağ ortamlarındaki popülist yaklaşımların birer yansıması olduğunu düşünüyorum. Köpek havlasa "seçim isterim, banane banane" diyen bir muhalefet partisi lideri ile bu kişiler arasında, sosyal paylaşım ve siyaset konularını denklik süzgecinden geçirdiğinizde, ideolojik olarak bir fark var mıdır acaba? Tamam, daha önce "kanka", vb "sihirli" sözcükleri kullanarak kendi çaplarında gruplaştıklarını zanneden toplulukları da kınamıştık, ama bunların zaten az önce bahsettiğim süzgeçten "ayrılıkçı" parti olarak çıkacakları, hatta seçimlerde "diğer" grubunun elemanı olmaktan bile uzak olacakları aşikardır. Örnek vermek gerekirse, adı "Ville Partisi" olan ve ismini vermek istemediğim birtakım sosyal platformların "çiftlikville", "balıkville", vb olarak geçen oyunlarında emeğe, ürüne, saygı gösterilmesini savunacak bir partinin oy verme sırasındaki amblem karıştırmaları dışında alacağı oyu tartışmak ne kadar akıllıcadır.

Sanal alemde popülizm ile insanları etkilemek de kötüdür, kendi grubunu zaten oluşturmuş ve diğer bireylere ihtiyacı yokmuş gibi yapıp "ayrılıkçı" tavırlara bürünmek de kötüdür. Peki iyi olan nedir? Merak etmeyin, bu konuda çalışmalarım devam etmekte. Bu çalışmalarımın nadide bir ürünü olarak "sabah simitçiye tam 50 kuruş verdim, para üstüne gerek kalmadı"yı sosyal ağ kullanıcılarının takdirlerine sundum. Bu ifade;

- İçerdiği şahsi öğeler ile kullanıcının günlük yaşantısı hakkında ipuçları verir, bireyci yaklaşımlara demokratik düşünce platformu sunar

- Her türlü ekonomik göstergenin yargılanmasında bir araç olan emektar "simit" öğesinin güncel fiyatını vererek toplumsal bilgilendirme ve bilinçlenme sağlar

- Eylemin gerçekleştirilme yöntemindeki çoğulcu düşünce yapısı, sadece "simit" kullanıcısını değil, ürünü ekonomik kalkınma aracı olarak kullanan paydaşı, yani "simitçi"yi de sunmuş olduğu minimum sosyal sürtünme kuvveti ile olumlu etkiler

Dikkatli okuyuclar fark etmiş olacaklardır, yazıda geçen tüm ifadeler belli miktarda "sosyal ağ mahremiyet"i içermektedir. Ancak bu "sosyal ağ mahremiyeti"nin ne kadar farklı şekillerde karşımıza çıktığını da bir zahmet dikkatli-dikkatsiz tüm okuyucular fark etsin. Bazı kavramların "sanat filmi" olarak adlandırılan filmlerde farklı değerlendirilmesi konusu ile "sosyal ağ mahremiyeti" kavramının farklılaşması arasındaki kusursuz analojiyi de amatör sanal ağ edebiyatı toplumuna bir tez konusu olarak armağan etmekten kıvanç duyuyorum.

Monday, February 22, 2010

Katliam

Sanal yazışmalardaki dil katliamına olan muhalefetimi şu anda bu cümleyi okuyanların %52'si bizzat bilmekte, %34'ü normal karşılamakta, %9'luk kesim kendi yazışmaları nedeniyle tedirgin olmakta, kalan %5 ise konu hakkında çekimser kalmaktadır. Dil katliamı dediysem sadece Türkçe'yi değil, İngilizce'yi de kastediyorum. Ama o konuyla başkasının ilgilenmesini tercih ederim. Diğer diller için temsilcilikler verilebilir.

Kastettiğim sadece dilbilgisi ve imla hataları değil, dili kullanırken yapılan toplu katliam aslında. İş sadece dili katletmekte değil, duygusal boşlukları birtakım yapay oluşumlarla doldurmaya çalışmakta aslında. Bu yapay oluşumlar "kendini rahat ifade etme" düşüncesinin fedaileri olan birer cevap, birer savunma değil, sadece birer bahane aslında. "Kendini rahat ifade etme" bahanesi bir başarı öyküsü değil, kontrol edilemeyen bir gruplaşmaya işaret aslında. Gruplaşma "bir amaç için birlikte olma, fikirlerini ve eylemlerini paylaşma" değil, belli bir sosyal statüyü daha az çaba harcayarak edinmek için başvurulan bir kaçış yolu aslında. Bu kaçış yolunun yolcuları gerçek suçlular değil, birer kurban aslında. Ve yine aynı kısırdöngünün elemanı olarak cevapsız sorularla kullanılabilir, faydalanılabilir, geliştirilebilir bir belirsizlik ortamı yaratmaya çalışan bir ben var aslında, bu blog'dan içeri.


Özetle, aşağıdaki cümle, ifade, kelime, vb şeylere karşı isyanımı sanal silahlı toplumsal mücadeleye dönüştürmeye karar verdim. Bundan sonra aşağıdaki "şey"leri kullananlar bu sayfada afişe edilip şiddetle kınanacaktır.


- Sihirli kelimeler (Ör: kanka) ile başlayarak kurulan cümlelerle okuyanlara "benim destekleyenim var" deme çabası

- "Puhaha" gülme ifadesinde u,h ve a harflerini belli bir düzene bağlı kalmadan artırma denemeleri

- Feysbuk gibi platformlarda birisini güzel bir resim üzerinde "tag"leyen kişinin, teşekkür edildiğinde, "ÖD" cevabını verme. "Önemli değil" demek oluyor yani. (Özel not: Genç nesil için büyük bir tehlike, artık kendimden 10 yaş küçük biriyle konuştuğumda anlayamamaktan korkuyorum.)


O kadar çok örnek var ki, ucu bana dokunur diye korktuğumdan kullanmadıklarımı (?) yazdım. Kullandıklarım varsa siz burda afişe edin. Yok, "hodri meydan" değil. Korkularımla yüzleşirim, evrimleşmeme katkınız olur böylece.

Yazı sonu anketine göre, bu yazıyı okuyanların %43'ü şu an sinir oldu ve "üff, doğru düzgün bir yazı yazsan parmağımı keserim" demekte, %26'sının canı sıkıldı ve yorum yazıp yazmama konusundaki gelgitleri ile mücadele etmekte, %13'ü aklına gelen benzer örnekler ile yazı arasında bağlantı kurmaya çalışmakta, kalan %18 ise çoktan milliyet.com.tr'de günün öne çıkan galerilerinde bilinmez bir yolculuğa çıktı bile. Yani bu konuya muhalefetimi bilen ve "üff, doğru düzgün bir yazı yazsan parmağımı keserim"ciler yine tek başına iktidara geldi. Durmak yok, muhalefete devam.

Tuesday, February 09, 2010

Aptal Kim?


Önsöz: Bu yazı, “çevredeki insanları ‘given’ olarak aptal görme” sendromu için yazılmış bir yazıdan derlenmiş olup, ilham veren kişinin adı bende saklıdır. Cımbızla faydalanmak isteyenler, hap olarak alıp yutanlar, daha sonra ortaya çıkması muhtemel yan etkilerden beni sorumlu tutamaz. Tutarlarsa da beni ilgilendirmez.

Endikasyonlar: İnsanları herhangi bir nedenle çabuk tanıma gerekliliği birçok insanın hayatımızda daha az yer tutmasına sebep olmaktadır. Bkz: iş ortamları, karşı cins ile olan muhtelif münasebetler, vb. Ancak periyodik olarak insanların herşeyli bir sosyal profillerinin olduğu (Bkz: genişletilmiş ve özenle yazılmış bir Feysbuk profili), tek taraflı olarak videolarının izlenebildiği, o kişiyle birebir konuşulabildiği bir "bireysel sosyo-analiz simülasyonu" icat edilmedikçe insanları given olarak aptal görme hastalığının etkilerini en aza indirebilecek müthiş ilaç da bulunamayacak ve bu hastalık çaresiz olarak tıp literatürüne bir yerlerden girecektir.

Ancak ben yine şöyle düşünüyorum ki bu insanları "given" olarak aptal görme vakası kalıtsal veya uzun süreli bir hastalık olmayıp dönemsel bir sendromdur. Sendrom zaten "dönemsel" anlamını barındırıyorsa da özür dilerim. Yani, sayın okuyucu:
- Çevrende senden aptal birçok insan vardır, evet.
- Çevrende senden aptal gibi gözüken ancak senden aptal olmayan, senden aptal değilmiş gibi gözükmeye çalışmayan, ya da senden aptallığı göz ardı edilebilir boyutlarda olan birçok insan vardır, evet.
- Çevrendeki insanlara "aptal" derken yine henüz icat edilmemiş bir "insan prosesleme simülasyon cihazı" eksikliğini hissetmektesindir ve bu da sendromun yan etkilerini artırmaktadır, evet. Bu adını uydurduğum cihaz, tam anlamıyla insanları istenen dönemlerde alarak koşulları girilmiş bir başka insan hayatında yaşatma, analiz etme, raporlama fonksiyonlarına sahiptir. Toplumda sıkça kullanılan "doğuştan şanssız insanlar", "onun yerinde sen olsaydın...", vb karmaşık ve cevapsız görünümlü argümanlar da bu cihazın temel felsefesine ve üretilme gerekçesine destek olmaktadır.

İnsanlıkla ilgili kısa vadede ütopik görünen fikir ve öngörülerimi bir tarafa bırakalım, nasıl olsa başka bir yazıda yine karşımıza çıkacaklar. Sizden daha “aptal” olarak nitelendirdiğiniz ve size göre daha “başarılı” olduğunu düşündüğünüz insanlarla aynı muameleye maruz kalma ve aynı yollardan geçmenin etkilerini azaltma konusunda yapılabilecek tek şey ciddi bir motivasyon depolamasıdır. Bu ciddi motivasyon depolaması hem kendinizi bu koşul ve şartları kabul etmeme konusunda motive etmeyi, hem de çevrenizde "aptallığı" göz ardı edilebilecek boyuttaki kişileri (Bkz: dost, arkadaş, eleman, vb) motive ederek size uygulanan sosyal sürtünme kuvvetini azaltmayı içermektedir. Velakin, bu motivasyon kısmı o kadar zor bir şeydir ki, bir yandan tutarlı ve bilimsel (nicel veya nitel olabilir) amacı kaybetmemek, diğer yandan da çevrede dolaşan tehlikeli toplumsal gazları "kibrit çaksan yanacak" boyutta depolamamak gibi iki şeyi bir arada götürmeyi gerektirir (Örnek ekstrem vaka olarak Nihat Doğan'ın konuşmaları Youtube'dan izlenebilir).

Aynı yollardan geçmenize rağmen bazı insanların sizden daha "iyi" olması konusu çok subjektif bir yargı olmasına rağmen bir önceki paragrafla bağlantılı olarak açıklanabilir. Bunu da basitçe örneklersek, üniversite mezunu (bilimsel amaç konusunu ortalamanın üstü seviyesinde amaç ya da en azından mecburiyet olarak kabul etmiş) birinin bu sosyolojik değerlendirmeleri çok az umursayıp deposundan sızan toplumsal gazı çevresine yayması ile oluşan bir "başarılı siyasetçi" imajı diyebiliriz. "İyi" olarak kabul edeceğiniz şey bir "başarılı siyasetçi" değilse eğer, bir şekilde biriyle tesadüfen tanışmış birinin müzikal yeteneğini geliştirmesi, birkaç ortamda beğenilmesiyle ortamın genişliğinin artması ve sürecin bahsettiğim gazın verdiği etkiyle bilmemkaçbin kişiye konser veren bir müzisyene kadar gitmesi diyebiliriz.

Tanı: Eğer bu konuyu düşünerek dert edebilme ve enerjinizi bir şekilde bilimsel bir yargıya dayandırma (bilerek veya bilmeden) amacını göz önüne alırsak siz aptal değilsiniz. Diğer insanlar da "o kadar" aptal değil, ama sizi görme gibi bir zorunlulukları yok. Daha önce açıkladığım motivasyon geliştirme sürecine onları dahil ettiğiniz kadar aptal olmadıklarını göreceksiniz.

Üstsöz: Tüm bunlara hükmeden bir "enerji" kavramı var ki, bildiğimiz fiziksel enerji dışında var olan bu "sosyal enerji" kısmı hakkında ben de bir o kadar cahil hissediyorum kendimi. Cahil var olanı bilmeyen değil miydi ama? Birileri bunu çözmüş müdür? Şu an araştıracak motivasyonum yok. Ne zaman oldu ki?