Saturday, November 06, 2010

"İyi uçuşlar"

Gözlerimi açtığımda az önce insanla dolu olan koltukların boşalmış olduğunu, tek başıma öylece oturduğumu fark etmiştim. Üstelik gözlerimi de tek başıma değil, sabaha kadar boş kalacak yeri temizleyen temizlik görevlisinin yardımıyla açmıştım. Sonra öylece dolanırken telefonum çaldı. “Gencer Bey, uçağınız kalkmak üzere ve sadece siz binmediniz” diyen kıza sanki bir şeyler söyledim diye hatırlıyorum. Uyandığımda söylediklerimden sorumlu hissetmem kendimi genel olarak. Ama bu sefer biraz daha sorumlu olabileceğim bir durumdu.

Oradan oraya koşturdum motoru yeni ısınan aklımın yardım ettiği ölçüde bana söylenen kapı numarasını bulmaya çalışarak. Görevliler “şurda, ileride solda” dışında bir şey söylememeye özen gösteriyordu. Ben o akşam onlardan 20 dakika daha fazla uyuduğum için çok sonra hak verdim kendilerine. Hem oradan oraya koşarken kapı numarasını Starbucks çalışanına soran birine bütün bunlar caiz, müstahak, vb idi. Üstelik tam o sıralarda toplam 100 kadar kişi bulunan havaalanında yankılanan “Sayın Gencer Özkazman, acilen bilmem kaç nolu kapıya gelmeniz gerekmektedir” anonsu da sıcak Latte gibi döküldü kafamın ortasına. Zaten o “bilmem kaç”ı bilsem, ben de tüm iyi niyetimle gitmek istiyordum o kapıya.

Kaç dakika sürdü bilmiyorum. Kimliğini bilmediğim ama benim uçağa binmediğimi bilen o kızla telefon görüşmelerimiz sürüyordu ben “bilmem kaç” nolu kapıya geldiğimde. Kapıdaki görevlilerle aramızda şu diyalog geçti:
Onlar: İzmir?
Ben: İzmir.

Hemen kolumdan tutup beni genişçe bir aracın arkasına bindirdiler. Yanımda bana garip garip bakan iki Uzakdoğu kökenli kadını da görünce mafya tarafından kaçırıldığımı düşündüm. Ne mafyasıydı ki? Ama sonra aracı kullanan erkek ve yanda oturan kadın görevlinin klasik bir “20li yaşlar işten yakınma sendromu” temalı konuşmalarına şahit olunca zararsız olduklarını anladım. Sabaha kadar kalkacak bir sürü uçak ve yapacak çok işleri olmasına rağmen en kötü ihtimalle beni o arabayla İzmir’e götüreceklerdi. Uçakların arasından geçerek giderken bana hiç kızmadılar, hatta konuşmadılar. Turist sanmış olabilirlerdi. Uçağa geldikten sonra o merdivenleri rüzgar eşliğinde çıkarken kendimi filmde gibi hissettim. Hani gerçekten mafya kaçırsa sevineceğim, nasıl bir duygudur o uçağa kapısından tek başına binmek?

Filmin finalini hiç sevmedim. 100 kadar kızgın insanın arasından en arkadan birkaç sıra öndeki yerime giderken 2 saatlik uçuş rötarının sinirini 15 dakikalık gecikmeli Gencer’den çıkarabilecek bir kitle hissettim etrafımda. “Çinliler” öne oturduğundan ben de karşı grubun lideri edasıyla kimseyle göz göz gelmeden yürüdüm. Oradaki enerjiyle bir toplumsal hareket başlayabilirdi. Ama herkes acil durum tiyatrosunu (özellikle de can yeleğini üfleyerek şişirmenin gösterildiği bölüm) ve ikram servisini bekliyordu.

Uçakta uyumadım.

No comments: