gencerozkazman.blogspot.com’un
isim babası, konsept danışmanı, başyazarı, sorumsuz yazı işleri müdürü
ve iflah olmaz patronu Gencer’in sayfayı kaderine terk etmiş olması
üzerine uzun süren çalışmalarımız sonucunda kendisini İstanbul’un pek bilinmedik semtlerinden birinde perişan halde bulduk. Yine de
sorularımıza gayet sakin bir tonda, makul cevaplar verdi. Biz de bu
görüşmeleri bölüm bölüm yayınlamaya karar verdik burada, kendisinin de
izniyle.
Merhaba, çok uzun zamandır sizi okuyamamıştık.
Evet, ben de öyle.
Neden yazmıyorsunuz?
Yazıyorum.
Ama size görünmez olarak. Yazdıklarımı sadece ben ve kendim görüyoruz.
Ben yazıyorum, kendim okuyor. Tartışıyoruz, değerlendiriyoruz. Hatta
bazen kavga ediyoruz. Öyle kalıyor.
Hangi konularda yazıyorsunuz peki? Yani bizim göremediğimiz yazılar olarak?
Günde
3 kez bağlaç olan “de” ve “ki”leri ayıramayanları yazıyorum. Onları
herkese görünür yaparsam takipçi ve okuyucu sayımda ciddi bir azalış
olur. Arada dayanamayıp bir şeyler söyleyebiliyorum yine de. Bir ara
bakanları filan yazdım, yok şu şöyle beceriksiz, bu böyle tutarsız diye.
Ama o konu da hep “abi adamlar ülkeyi mahvettiler ya, çok haklısın”
ile “abi bence iyi işler yapıyorlar, ben beğeniyorum” arasında sıkışıp
kalıyor. Sonra gaz kaçırınca benim karizmaya oluyor bütün olan. Sonra
müzik var, iş ile alakalı konular var, ama onlar belli kitlelere yönelik
yazılar.
Bu ara en çok dikkatinizi çeken şey ne internette?
Şimdi
hocam, insanlar artık iskambil oynama, chat yapma gibi olayları
aştılar. Artık bir Word ya da Powerpoint dosyası açıp oraya yazı yazıp,
kaydedip sosyal paylaşım sitelerinde paylaşabiliyorlar. Mesela adam
kalbi kadar beyaz bir sayfaya yazmış “Hepimiz Ermeniyiz diyonuz ama
Atatürk ne mutlu Türküm diyene dedi. Ya, nasıl lafı koydum ama?” diye.
Bunu beğenip, paylaşıp, kendi paylaştığını beğeniyorlar, sonra yorum
yapıyorlar, onu da kendileri beğeniyorlar, vb diye gidiyor. Beynimden
vurulmuşa dönüyorum. Bembeyaz bir sayfaya büyük puntolarla ve illa ki
büyük harflerle yazılmış bir mesaj kadar beni etkileyen bir şey yok. O
an bütün hayatımı gözden geçiriyorum. Hatta dünyayı bu mesajların
kurtaracağını düşünüyorum, bu bir devrim olabilir.
Peki insanların internetteki ruh hali nasıl sizce? Türkiye’nin gidişatına bir etkisi olacak mı sizce bu ruh halinin?
Açıkçası
inanılmaz şeyler oluyor. Bazen bilgisayar başına geçip bazı kişilerin
paylaşım yapmasını bekliyorum. Ahmet işten 6’da çıkar, 7’de yemek yer,
8-10 arası dizisini izler, 10-12 arası da Facebook’a girip allah ne
verdiyse paylaşmaya başlar diyorum. Siyasi mesajlar, toplumsal
bilgilendirme çalışmaları, aydınlanmaya yönelik çabalar, ve tabi ki
biraz da gülelim, eğlenelim durumları. Orada medeniyetin simgesi bir
tavır var, ve bu medeniyet gösterisine şahit oluyorum her gün. Üzerine
bir de tespitler saçılıyor, işte o zaman havalara uçuyorum. Bazen
kendimden geçip “İşte bu!” diye bağırıyorum, hazırola geçmiş “Türkiyem,
Türkiyem, cennetim” diye şarkı söylerken buluyorum kendimi.
Türkiye’de insanlar gündemi iyi takip ediyor mu sizce?
O
da ne demek? Gündemi kendileri yaratıyorlar. Mesela edebiyata olan
ilgileri mi yoğun o gün? Altında Aziz Nesin, Can Yücel gibi üstatların
imzası olan kalpleri kadar temiz sayfalarda mesajlar paylaşıyorlar.
Bazen mesela Aziz Nesin’in kadın-erkek ilişkileri ile ilgili sözlerini
okuyorum, ilginç geliyor. Demek ki diyorum, benim edebiyat konusunda çok
eksiğim var. En azından mantığımı kullanamadığım için kızıyorum
kendime. Mesela ünlü bir yazar, gündeme yönelik hafif kışkırtıcı bir
yazı mı yazmış? Hemen 3-4 senelik arşivler taranıyor ve bilgi
paylaşımında doruğa ulaşılıyor.3-4 senelik bir yazı ile bugün arasında
bağlantıların kurulması olayı eskisi gibi araştırma, analiz, inceleme
süreçlerini içermiyor. “Paylaş”a basmak kadar kısa artık bu süre. Eski
haberleri bugün olmuş gibi yansıtmak bence gazetecilikte bir milat
olacak. Bu açıdan da aşırı derecede yenilikçi bir toplumuz bence.
Maaşallah.
Devam edecek...
1 comment:
Röportaj: Başlığa bakınız
Fotoğraf: Tuğba Özcan
Post a Comment