Büyük şehir denen yerde yaşıyorsanız ilk başta övünmeniz gereken şey toplu taşımada sürekli olarak yapılan yeniliklerdir. Bir gariplik olduğunu düşünebilirsiniz arada, çünkü aslında bir “araç”, hatta “zaman kaybı” olarak düşünülmesi gereken bu süreçlerin uzun bir süre değişmemesi, yani bilinen tabirle “oturması” gerekir. Sürekli yenilik birtakım hatların iptal edilmesi, biniş ücretlerine ilginç zamların yapılması, araçların bazen dolu olması şeklinde karşınıza çıkmamalıdır sanki. Ama yenilik ve değişim her zaman iyidir diye düşünerek başımızdan eksik olmaması gereken insanları yad edersiniz.
Gelin, otobüsün içine girelim biz. İnsanlar! İşte en büyük sınavla karşı karşıyasınızdır. Bir yaşlı amca iki liseli genç kızın yanına yaklaşıp suratlarına bakar, ama kızlar bunun kibar bir yer isteme olduğunu anlayamaz. Eh, olaya eşitlik çerçevesinden bakan sıkı birer sosyalist adayı olduklarını ve amcanın fakir edebiyatı yapmasını eleştirdiklerini düşünürsünüz. İyi bir gelişme. Ya kendisine gelen önemli çağrıyı cevaplamak zorunda kalan, ama daha sonra her nasılsa konuyu arabasının ön camlarını hangi marka temizleyici ile sileceğine getiren post-ergen delikanlı? İletişim çağının insanları nasıl da değiştirdiğini düşünüp iletişimin bu kadar gelişmesinin yakın zamanda Kuzey Afrika’daki etkilerine kadar gidersiniz. Bağlantıları kurar gibi olduğunuzda duyarlı iki amcanın politik sohbetlerine kulak misafiri olursunuz. İkisinin farklı görüşten olduğunu öğrenip “onlar 30 sene ne yaptı da?”, “nerede gördün onun yolsuzluk yaptığını?” gibi sorgulayıcı yaklaşımlara şahit olup toplumda gelişen hoşgörü ve bilimsel yaklaşımın yarattığı uyuşturucu etkiyle kendinizden geçersiniz.
Sokağa çıkma vakti. Kalabalığa karışırsınız ve farklı kültürlerin kokusunu derin derin ruhunuza çekersiniz. O da ne? Birisi kültürün kokusunu fazla mı yakın tutmaya çalışıyor? Evet, bir kağıt uzanır size. Tanıtım katalogu gibi bir şey. Hafif kalınca bir şey ve zaten dolu olan çantanıza sığmayacağından kibarca reddedersiniz. Bu arkadaşı etrafta olan bitenden sizin de bilginiz olmasını sağlamak istediği için takdir edersiniz. Ve tabi onu geçtikten sonra aynı katalogu uzatan üç arkadaşı da… Geliyoruz en kritik bölgeye. İnsan yoğunluğu metrekarede üç kişi gibi ciddi rakamlara ulaştığında kendinizi Dostoyevski’nin romanlarından birinde yolculuk yapar gibi hissedersiniz. Muhtemelen gece yola çıkacak olan oğlunu düşünerek yere bakarken size çarpmaktan zor kurtulan teyze, telefonundaki çok acil mesajı okurken dengesini ve yörüngesini kaybedip aniden önünüzde duran arkadaş, hızını ayarlayamayıp büyük bir şanssızlık eseri sizi geçmek isterken omuz atıveren amca,…Ve birlik olmanın en güzel örneğini yan yana ilerleyerek sergileyen bir gelin, bir kayınvalide, bir baba ve küçük bebek (arabasının içinde). Sol sinyalinizi verdikten otuz saniye sonra bu güzel aile tablosundan ayrıldığınıza üzülmeyin, farklı kompozisyonları sizi ileride bekliyordur mutlaka. Zaten o arada siz yanınıza kadar gelip size kot pantolon ihtiyacınız olup olmadığını soran cefakar satış elemanlarına karşı mahcubiyetinizden başka bir şey düşünemez ve yapamaz hale geleceksiniz. Kim bilir, içinde bulunduğu sosyal sorumluluk projesi dahilinde önce lolipop verip parasını sonra isteyecek kadar size güven duyan bir palyaçonun bünyenizde yarattığı sarsıntıdan kurtulamayıp bir kahve içmek için ilk dükkana atacaksınız kendinizi.
Canlı yayında birden “uçan”, sonra reklamlara konu olan şu adamı düşünüyorum ve ortak bir noktamız olduğuna inanıyorum. Bir gün “Allaaah!” (ya da tam olarak anlaşılamayan başka bir kelime) diye bağırıp oradan oraya uçarsam bilin ki iyi bir şeydir. Ve o zaman yazın ki, “toplum içinde yaşadığı çeşitlilik duygusunun büyüleyici etkisiyle kendinde geçen bir insandı”.
Denedim, böyle oldu. Ne yapayım ki?
No comments:
Post a Comment